Bu Blogda Ara

28 Temmuz 2014 Pazartesi

AVE MARIA


‘Kimse diğerinin acısısı hissetmediği gibi, sevincini de anlayamaz. İnsanlar diğerlerine ulaştıklarını zannetseler de, gerçekte birbirlerinin yanından geçip gidiyorlar...’

Ufak tefek ve şişman, kıvırcık saçlarının çerçevelediği ve ileri derecede miyop olduğu için gözlüklerinden ayrı düşünemediğimiz yüzüyle genç bir adam. En yakınındakilere bile neşeli ve tasasız gözükürken, bu görüntünün ardında kırılgan ve hassas bir kişilik saklıyor. İnsanlardaki yanılsamaya ve ıskalamaya dokunduran sözlerin sahibi de, O. Onun duygularını paylaşmıyor değilim. Neyse ki, yaşamdaki istisnalarını bilerek ve bunun önemli bir şans ve ayrıcalık olduğunun farkında olarak yapıyorum bunu...

Avusturyalı besteci Franz Peter Schubert, 31 yıllık kısacık ömrünü, -sınırlı olduğunu en baştan hissetmişcesine- büyük bir meşguliyetle yaşamış biri. Varoluşunun tek nedeni müzik üretmekmiş gibi, ömrüne 1000’in üzerinde eser sığdırmış. Ancak eserlerinin çok büyük bir kısmı, o yaşarken bilinmiyormuş. Sanki bu dünyayı terk ettiği halde, beste yapmayı sürdürüyormuş gibi, sürekli yeni  eserleri gün yüzüne çıkmış sonraları. Öyle ki bu durum 50 yıl boyunca sürmüş. Takiben, hangisinin ne zaman bestelenmiş olduğunun çözülmesi gerekmiş ki, bunu yapmak da Avusturyalı müzikolog Otto Erich Deutsche’ye düşmüş. Bugün eserlerin adlarının yanında yer alan ve ‘d’ harfiyle başlayan sıra numaraları, Deutsche’den geliyor.

Schubert, ilk olarak, Alman şairlerin şiirleri üzerine bestelediği ve ‘lied’ olarak adlandırılan şarkılarıyla akla gelir. Konçerto dışında hemen hemen tüm formlarda eser üretmiş olmasına rağmen, ‘lied’lerin başı çekmesi ve ona ‘Müziğin Şairi’ denmesi bir tesadüf değil. Esasen bu türde verdiği eserlerin sayısı 600’ü buluyor ve o dönemin ünlü baritonu Johann Michael Vogl’un Viyana salonlarında seslendirdikleri, geniş bir dinleyici grubunun dikkatini çekmeyi başarıyor. Aksi mümkün mü... Şiirin sözlerine bağlı olarak, insanları farklı ruh hallerine davet eden şarkılar bunlar.

Schubert, ilk şarkısı ‘Gretchen Çıkrık Başında’yı 1814 yılında, henüz 17 yaşındayken, Johann Wolfgang von Goethe’nin 'Faust'undaki bir bölümden besteliyor. En sevilen 'lied'lerinden biri olan bu eserde, çıkrıkla iplik bükmekteyken sevdiği erkeği düşünen Gretchen’in ruh hallerini, solistin inip çıkan sesiyle birlikte, çıkrığı var eden piyanonun hızlanıp yavaşlamasından algılamak mümkün. Almanca bilmeyi gerektirmezliği, müziğinin evrenselliğini açıklamaya yetiyor belki de.

Bundan sonra bestelediği 'lied'ler içerisinde en tanışık olduğumuz, farklı müzik türlerinin sanatçılarının repertuarında da yer  alan Ave Maria kuşkusuz. Schubert’in Sir Walter Scott’ın ‘The Lady of the Lake’ şiirinin Almanca tercümesinden bestelediği bu şarkıda, babasıyla birlikte dağdaki bir mağaraya sığınmak zorunda kalan Ellen’ın Meryem Ana'ya yakarışı duyulur. Öyle bir sesleniştir ki bu, adeta içimize işler.

Schubert ile bir sonraki buluşmamız bir 'Schubertiad'da gerçekleşecek...  

http://www.youtube.com/watch?v=aQVz6vuNq7s

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder