‘Kimse
diğerinin acısısı hissetmediği gibi, sevincini de anlayamaz. İnsanlar diğerlerine
ulaştıklarını zannetseler de, gerçekte birbirlerinin yanından geçip gidiyorlar...’
Ufak tefek ve şişman, kıvırcık saçlarının
çerçevelediği ve ileri derecede miyop olduğu için gözlüklerinden ayrı düşünemediğimiz
yüzüyle genç bir adam. En yakınındakilere bile neşeli ve tasasız gözükürken, bu
görüntünün ardında kırılgan ve hassas bir kişilik saklıyor. İnsanlardaki yanılsamaya ve ıskalamaya dokunduran sözlerin sahibi de, O. Onun duygularını paylaşmıyor değilim. Neyse ki, yaşamdaki istisnalarını bilerek ve bunun
önemli bir şans ve ayrıcalık olduğunun farkında olarak yapıyorum bunu...
Avusturyalı besteci Franz Peter Schubert,
31 yıllık kısacık ömrünü, -sınırlı olduğunu en baştan hissetmişcesine- büyük bir
meşguliyetle yaşamış biri. Varoluşunun tek nedeni müzik üretmekmiş gibi,
ömrüne 1000’in üzerinde eser sığdırmış. Ancak eserlerinin çok büyük bir kısmı, o yaşarken bilinmiyormuş. Sanki bu dünyayı terk ettiği halde, beste yapmayı sürdürüyormuş
gibi, sürekli yeni eserleri gün yüzüne
çıkmış sonraları. Öyle ki bu durum 50 yıl boyunca sürmüş. Takiben, hangisinin
ne zaman bestelenmiş olduğunun çözülmesi gerekmiş ki, bunu yapmak da Avusturyalı
müzikolog Otto Erich Deutsche’ye düşmüş. Bugün eserlerin adlarının yanında yer
alan ve ‘d’ harfiyle başlayan sıra numaraları, Deutsche’den geliyor.
Schubert, ilk olarak, Alman şairlerin
şiirleri üzerine bestelediği ve ‘lied’ olarak adlandırılan şarkılarıyla akla
gelir. Konçerto dışında hemen hemen tüm formlarda eser üretmiş olmasına
rağmen, ‘lied’lerin başı çekmesi ve ona ‘Müziğin Şairi’ denmesi bir tesadüf
değil. Esasen bu türde verdiği eserlerin sayısı 600’ü buluyor ve o dönemin ünlü
baritonu Johann Michael Vogl’un Viyana salonlarında seslendirdikleri, geniş bir
dinleyici grubunun dikkatini çekmeyi başarıyor. Aksi mümkün mü... Şiirin sözlerine bağlı olarak,
insanları farklı ruh hallerine davet eden şarkılar bunlar.
Schubert, ilk şarkısı ‘Gretchen Çıkrık
Başında’yı 1814 yılında, henüz 17 yaşındayken, Johann Wolfgang von Goethe’nin 'Faust'undaki bir bölümden besteliyor. En sevilen 'lied'lerinden biri olan bu eserde, çıkrıkla iplik bükmekteyken sevdiği erkeği düşünen Gretchen’in ruh hallerini, solistin inip çıkan sesiyle
birlikte, çıkrığı var eden piyanonun hızlanıp yavaşlamasından algılamak mümkün. Almanca bilmeyi gerektirmezliği, müziğinin evrenselliğini açıklamaya yetiyor belki de.
Bundan sonra bestelediği 'lied'ler içerisinde en tanışık olduğumuz, farklı
müzik türlerinin sanatçılarının repertuarında da yer alan Ave Maria kuşkusuz. Schubert’in Sir
Walter Scott’ın ‘The Lady of the Lake’ şiirinin Almanca tercümesinden
bestelediği bu şarkıda, babasıyla birlikte dağdaki bir mağaraya sığınmak zorunda kalan Ellen’ın Meryem Ana'ya yakarışı duyulur. Öyle bir sesleniştir ki bu, adeta içimize işler.
Schubert ile bir sonraki buluşmamız bir 'Schubertiad'da gerçekleşecek...
http://www.youtube.com/watch?v=aQVz6vuNq7s
Schubert ile bir sonraki buluşmamız bir 'Schubertiad'da gerçekleşecek...
http://www.youtube.com/watch?v=aQVz6vuNq7s
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder