Bu Blogda Ara

25 Eylül 2014 Perşembe

PRENS KALENDER'İN ÖYKÜSÜ


Bir varmış, bir yokmuş...

‘Doğu ülkelerinden birinde yaşayan ve karısı tarafından aldatılan Sultan Şehriyar, tüm kadınların nankör ve sadakatsiz olduğunu düşünüyormuş. Her gün yeniden evlenen Sultan, eşlerini ertesi sabah öldürtüyormuş. Bu duruma engel olmak isteyen vezirin genç, güzel ve akıllı kızı Şehrazad, Sultan’ın eşi olmaya aday olmuş. Ona her gece birbirinin içine geçen masallar anlatmaya koyulmuş. Onları artan bir merak ve heyecanla dinleyen Sultan, 1001 gece boyunca devam eden masallar sona  erdiğinde, anlamsız intikamını durdurmuş...’

Sir Richard Burton’un, içindeki erotik öğeleri sansürlemeksizin Arapça’dan tercüme ettiği ‘1001 Gece Masalları’, popüleritesi hayli yüksek bir eser. Ondan ilham alan yapıtlar içerisinde en beğenileninin, bir orkestrasyon ustası olan Rus besteci Nikolai Rimsky-Korsakov’un ‘Şehrazad’ süiti* olduğu söylenebilir. Rimsky-Korsakov yabancısı olduğumuz bir isim değil zira onunla notalara yolculuğumuzun başka bir durağında karşılaşmıştık. O, Alexander Borodin’in ölümünden sonra, bestecinin 'Prens Igor Operası’nı düzenleyen ve bizlerle buluşturan kişilerden biridir. Esasen Rimsky-Korsakov’u oryantal bir eser bestelemeye teşvik eden de, Borodin'in bu eseridir. 

'Şehrazad' süitinin bölümleri bugün '1001 Gece Masalları'nın adlarıyla anılsa da, bestecisi hikayeleri portrelemeyi değil, onların ruhunu müziğine yansıtmayı istemiş aslında. Bölümler için kullandığı klasik müzik terimleri, müzikçiler tarafından fazla ciddi bulunduğundan, ‘Deniz ve Sinbad’ın Gemisi’, ‘Prens Kalender’in Öyküsü’, ‘Genç Prens ve Prenses’ ve ‘Bağdat’ta Şenlik, Deniz, Geminin Batışı ve Bitiş’ adları kullanılır olmuş. Söz denizden açılmışken, bestecinin kendisinin de bir deniz tutkunu olduğunu söylemek gerek. Rimsky-Korsakov, otuz yaşına kadar deniz subayı olarak görev yapmış ve ilk eserini, çıktığı seferlerden birinde kaleme almış. 

16 Eylül 2014 Salı

MACAR DANSLARI



‘Macar Dansları, benim gerçek çingene çocuklarımdır. Gerçi ben yaratmadım onları ancak uzun zaman besledim  ve büyüttüm...’

Johannes Brahms

Bugün, piyano için yazılmış yirmi bir parçadan oluşan 'Macar Dansları'yla başlıyorum söze. Bestecisi, genç yaşında dost olduğu çingene kemancı Eduard Remenyi sayesinde tanışmış o yörenin müziğiyle ve ilgisini yıllar içerisinde beslemiş. Kaynakları bilinmese de, dansların var olan melodilerin düzenlemesi olduğunu sanılıyor zira Brahms’ın açıklaması budur. Ancak parçaların çoğunun, düzenlemeden ziyade Brahms bestesi olduğu konuşulur...

'Macar Dansları’nın Alman bestecisini keşfeden, Robert Schumann olmuştur. Besteci ve müzik eleştirmeni olan Schumann ve dönemin ünlü piyanistlerinden olan eşi Clara, henüz yirmi yaşındaki Brahms’a yakınlık göstermiş ve gelişmesine katkıda bulunmuştur. Brahms, Schumann’ın akıl hastanesine yatmasıyla başlayıp vefatıyla sonlanan süreçte de, ailenin yanında durmasını bilmiştir. Esasen o, aralarındaki büyük yaş farkına rağmen, zarif ve yetenekli bir kadın olan Clara’ya aşıktır. Clara’nın bu duyguya nasıl karşılık verdiği tartışıladursun, ikili yakınlıklarını uzun yıllar korumuştur. Brahms en önemli bestelerini ilk Clara ile paylaşarak onun önerilerini dikkate almış, Clara, Brahms’ın eserlerini piyanosuyla yorumlamıştır.

3 Eylül 2014 Çarşamba

PRELÜD - İYİ DÜZENLENMİŞ KLAVYE


Bugün dinleyeceğimiz eserin, onun ruhunu örten teknik bir ismi var ki, biraz olsun açıklama gerektiriyor. Bestecisi Johann Sebastian Bach, farklı yıllarda yazdığı prelüd* ve fügleri* iki kitapta toplayarak bunlara 'İyi Düzenlenmiş Klavye' ismini vermiş. Çalgının türünü belirsiz bıraksa da, onları klavsen ve org gibi, dönemin klavyeli enstrümanları için bestelemiş olduğu anlaşılıyor zira o yıllarda piyano henüz icat edilmiş değil. Bu eserlerden bazıları yıllar sonra adapte edilerek piyanoyla buluşmuş ve bence daha geniş dinleyici kitlesine ulaşmalarında bunun da etkisi olmuş.

Bach, orta sınıfın kültürel anlamda yükselişe geçtiği, müziğin kilise ve saraydan kente yayılmaya başladığı bir dönemi yaşamış. Sade vatandaşın müziğe talebi, o yıllarda, kahvehaneleri bile müzik programlarına yer vermeye zorlamış. Özellikle org çalan müzisyenler, bugünün 'star'ları gibi görülüyor ve peşlerinden kalabalıkları sürüklüyorlarmış. Bir org ustası olan Bach'ın da, besteciliğinden ziyade virtüözlüğütakdir edilmiş o dönemde. Kendisi de, hayran olduğu ustaları dinlemek için bazı zorluklara katlanmış. Mesela, Hamburg'daki bir konsere gitmek için, yürüyerek 350 kilometre yol yapmış. Beğendiği sanatçılara ulaşmak adına üç-dört gün süren yürüyüşler yapmak bir Bach klasiğiymiş gibi duruyor...