Bazı eserleri, ilk dinlemelerimizde değil, çok sonraları severiz. Avusturyalı orkestra şefi ve besteci Gustav Mahler’in 5. senfonisi* benim için böyle bir eserdir. En sevdiğim bölümü, ‘Venedik’de Ölüm’ filminin tema müziği de olan, böylelikle 5. Senfoni’den çok daha önce kitlelere ulaşan 4. Bölüm yani ‘adagietto’dur.* Alman yazar Thomas Mann’ın romanından uyarlanmış olan 1971 yapımı film, Cannes Film Festivali Özel Ödülü’nü, film müziğiyse Bafta Ödülü’nü almıştır.
Film, sağlık problemleri
yaşayan besteci Gustav von Aschenbach’ın (Dirk Bogarde), Venedik’deki bir otelde, oraya ailesiyle birlikte
gelmiş olan genç Tadzio (Björn Andresen) ile karşılaşmasıyla başlar. Saygın ve içe kapanık
bir kişi olan Aschenbach, delikanlının güzelliği karşısında saplantılı ancak
gizli bir tutkuya kendini bırakır. Aschenbach ve Tadzio arasındaki ilişki,
bakışmalar üzerinden yürür ve ne resmi bir tanışma ne de karşılıklı konuşmaya
evrilir. Bu sırada şehirde kolera salgını baş göstermiştir.
Final sahnesi kadar,
Aschenbach’ın kendisini Venedik’den ayrılmaya zorladığı ancak istasyona
vardığında, valizlerinin başka bir güzergaha yüklenmiş ve ondan önce hareket
etmiş olmasını bahane ederek Venedik’te kalmaya karar verdiği sahne,
çarpıcıdır. Aschenbach, dikkatsizlikleri nedeniyle yetkililerle tartışmayı
sürdürürken, bunun yeniden otele dönmek ve Tadzio’yu görmeye devam etmek
şansını kendine veren, kaderin hoş bir cilvesi olduğunu düşünmektedir. Tam bu
sırada istasyonda yere yığılıp ölen birini görür. Bu görüntü üzerinden seyirci,
kaderin sessizce yerine geldiğini, bu kararın, ölüme kalış olduğunu anlar.
Aschenbach, bunun adını o an koyamasa da, ürperir...
Filmi seyretmeden önce, ‘adagietto’yu, defalarca dinlemiş ve onu, melankolik ancak depresif olmayan bir eser olarak algılamıştım. ‘Venedik’de Ölüm’, eserde hep var olan ancak daha önce yakalayamadığım duyguları ortaya çıkardı. Böylelikle tutku, baş köşeye oturdu. Bunda, eserin gerçek hikayesinin de etkisi var kuşkusuz zira Mahler’in, eşi Alma’ya aşkını sunduğu bir eserden bahsediyoruz...
Filmi seyretmeden önce, ‘adagietto’yu, defalarca dinlemiş ve onu, melankolik ancak depresif olmayan bir eser olarak algılamıştım. ‘Venedik’de Ölüm’, eserde hep var olan ancak daha önce yakalayamadığım duyguları ortaya çıkardı. Böylelikle tutku, baş köşeye oturdu. Bunda, eserin gerçek hikayesinin de etkisi var kuşkusuz zira Mahler’in, eşi Alma’ya aşkını sunduğu bir eserden bahsediyoruz...
Takip eden yıllarda,
kendisinden 19 yaş küçük olan eşi Alma’nın, genç mimar Walter Gropius ile
ilişkisiyle bunalıma giren Mahler, kısa süreliğine Sigmund Freud’un hastası olacaktır.
Freud o günleri, ‘Sanki gizemli bir binayı tek bir hava bacası açmak
için kazmak
gibiydi' diyerek anlatacaktır.
Yüksek standartları, beklentileri ve disiplinli çalışmasıyla bilinen besteci,
fiziksel ve ruhsal sağlığını ikinci planda tutarak çalışmayı sürdürecek ve bu
sıkıntılı dönemi takip eden yıl vefat edecektir.
Mahler'in, Beethoven,
Schubert ve Bruckner gibi bestecilerin dokuzuncu senfonilerinin ardından ölmüş
olmalarını uğursuzluk olarak gördüğünden, 9 numaralı senfonisini
tamamladığında, ona numara yerine isim vermiş olduğu, takiben yeni senfonisini
bestelemeye başladığında rahat bir nefes aldığı rivayet edilir. Ancak tehlike geçmemiştir... 1911 yılında vefat ettiğinde ardında tamamlanmamış bir senfoni kalmıştır. Bu,
onun 10 numaralı senfonisidir.
Geç Romantik Dönem ve 20.
Yüzyıl Müziği arasında köprü olan Mahler’i, notalara yolculuğumuz sırasında bir
kez daha ziyaret edeceğiz.
* Anlamlarına, Klasik Müzik Terimleri sayfasında yer
verilmiştir. (Arşiv: Ekim 2013)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder