Çoğumuz şöyle bir cümleye denk geldik sanırım: ‘henüz ufacık bir çocuktum, şarkı söylemeye (resim yapmaya, dans etmeye, müzik aleti çalmaya...) başladım.’ Bazen kurmacadır bu, kişinin doğuştan gelen bir yeteneğe sahip olduğu vurgusuna ihtiyaç duyulur. Ancak kimileri dolu dolu söyleyebilir ve Fransız besteci Camille Saint-Saëns kesinlikle ikinci gruba dahildir.
Camille, henüz iki
yaşındayken okuyup yazabilmekte, sonraki sene beste yapabilmekteydi. Beş
yaşındayken ilk piyano resitalini veren, yedisinde latince okuyan ve adeta bir
yetişkin gibi botanik ve pul bacaklılara ilgi geliştiren bir çocuğa ne demeli?
Harika çocuk, elbette... Onbir yaşındayken verdiği konserin Bis'inde ‘Beethoven’ın hangi
sonatını çalmamı istersiniz’ diye sormuştur. Seyirci 32 sonat içerisinden
hangisini talep etti bilgimiz yok ancak konserden sonra ‘günün adamı’ ilan edildiği biliniyor. Ve Fransa’nın ‘Mozart’ı olarak gösterildiği. Sonra ne
olmuş da, Fransa dışında pek tanınmayan bir isim olarak
kalmış, insan merak ediyor.
‘Bir balığın
suda yaşaması gibi, ben de müziğin içinde yaşıyorum. Elma ağacının elma vermesi
kadar doğal bir süreçtir bestelemek benim için.’
Bu masum cümle, bir cevaptır belki de. Saint-Saëns için beste yapmak, teknik olarak onu zorlamamış, bu sebeple müzikal yolculuğunda özgünlüğü tetikleyici ciddi bir çabaya gereksinim duymamış gözüküyor. Belki budur onu klasik müzik dehalarından farklı bir yere koyan.
Geç Romantik Dönem
bestecisi olmakla birlikte, 20. Yüzyıl Müziği’ne de denk gelmiştir Saint-Saëns.
Uzun yıllar Fransız müziğinin gelişmesine öncü olduğu halde, sonraları gerici olarak görülmüştür. Bunda, bestecinin kişisel tarihindeki acı dolu günlerin onu huysuz ve hayata küsmüş biri haline dönüştürmesinin etkisi vardır kuşkusuz.
40 yaşındayken, 19 yaşında
olan Marie-Laure Truffot ile evlenen Saint-Saëns, bu evlilikten doğan iki
çocuğunu peş peşe kaybeder. 2,5 yaşındaki oğlunun pencereden düşmesinden 6
hafta sonra, bebek olan diğeri enfeksiyondan ölünce, bundan eşi Marie-Laure’u
sorumlu tutar. Evlilik 3 yıl can çekişir ve Saint-Saëns eşini terk eder. Son darbe, annesinin vefatıyla gelir. Derin bir
bunalıma girerek, intihara teşebbüs eden bestecinin ruhsal sağlığına
kavuşmasında en büyük destekçisi, öğrencisi ve dostu, Fransız besteci Gabriel Fauré olur. Faure’nin ailesi ile vakit geçirir, çocuklarına amcalık yapar.
Bu griliği dağıtacak bir eser varsa, o da 'Hayvanlar Karnavalı'dır. Zaten arkadaşlarını ve kendisini eğlendirmek adına
bestelemiştir onu Saint-Saëns. Bu yüzden, zoolojik bir düş olarak tanımladığı ve 13 farklı
hayvanı işlediği eserine yayın yasağı getirmiştir. Ciddi duruşuna gölge düşürmek istememiştir belli ki. Kendi adıma, anlamakta zorlanmadığım bir harekettir. Ölümünden önce, sadece 13. bölüm buluşabilmiştir dinleyiciyle. 'Kuğu', eserin genelinden farklı bir ruha sahiptir.
Birazdan o kuğu süzülecek
içeri. Konuşabilse, ancak bu kadar anlatabilirdi yalnızlığını...
http://www.youtube.com/watch?v=F93GtiYmWlw
http://www.youtube.com/watch?v=F93GtiYmWlw
cok guzel yazilmis, hemen acip dinledim. "kendi adima anlamakta zorlanmadigim bir harekettir" :) e bayildim. yasaklanacak bir durum goremedim ne kadar farkliymis eskiden hersey.
YanıtlaSil