Bu Blogda Ara

26 Aralık 2013 Perşembe

CANON


Bir beste düşünün ki, barok dönemde, muhtemelen 1680 yıllarında yaratılıyor. Kendi döneminin tanınmış isimlerinden, 53 yıllık yaşamına 300’ün üzerinde eser sığdırmış bir besteci notalara döküyor onu. Zamanında nasıl tepkiler aldı, bestecinin 300 küsur eseri içerisinde onunla ilgili hisleri neydi, bilemiyoruz. Yüzyıllarca gizli kalıyor, 1920 yılında ortaya çıkıyor notaları. Seslendirilerek kayda geçirilmesi için 50 yıl daha geçmesi gerekiyor. 1980 yılına gelindiğinde, Robert Redford’a En İyi Yönetmen Akademi Ödülü'nü getiren ve En İyi Film, En İyi Uyarlama Senaryo, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Timothy Hutton) Akademi Ödüllerini de alan ‘Sıradan İnsanlar’ filminin tema müziği olarak kullanılıyor. Ne oluyorsa, işte bundan sonra oluyor. Filmin başarısının rüzgarıyla klasik müziğin en popüler eserlerinden biri haline gelen beste, çok sayıda filmde ve reklamlarda yıllarca kullanılıyor...


18 Aralık 2013 Çarşamba

PAVANE


Notalara yolculuğumuzda bugünkü durağımız Fransız besteci Gabriel Fauré ve onun unutulmaz eseri ‘Pavane’. Uzun yıllar Paris Konservatuarı’nda profesörlük yapmış olan Fauré, ılımlı ve dikkatleri üzerine çekmeye meraklı olmayan bir kişilik olarak karşılıyor bizi.

1924 yılında vefat edinceye kadar üreten ve öğreten biri olmayı sürdürmüş Fauré, üstelik son 20 senesinde duyma yetisini yitirdiği halde yapabilmiş bunu. Bu yolda en büyük destekçileri, eşi Marie, çocukları ve besteci 55 yaşındayken hayatına giren Marguerite Hasselmans olmuş.


12 Aralık 2013 Perşembe

PATETİK


'Tüm eserlerimin arasında en samimi olanı. Bu senfoni, duygularım ve yaşadıklarımla ilgili. Bunları düşünürken, çoğu zaman ağladım...’

Pyotr Ilyich Tchaikovsky
Rus Besteci

Notalar ve Notlar’da Tchaikovsky ile ikinci kez buluşuyoruz. Patetik olarak adlandırılan 6 numaralı senfonisi*, onun son eseridir. Eserin prömiyeri, ölümünden bir hafta kadar önce, St. Petersburg’da gerçekleşmiştir. O dönemde salgın olan koleradan öldüğü kaydedilmesine rağmen, ölüm nedeniyle ilgili çeşitli teoriler üretilmiş, intihar ettiği ve senfoniyi bir veda olarak bestelediği öne sürülmüştür. Tchaikovsky’nin fazlasıyla melankolik olan senfonisinin özellikle 4. bölümü, ölüm temasıyla ilişkilendirilmiş, bestecinin depresif ve değişken ruh halleri intihar teorisini beslemiştir.

7 Aralık 2013 Cumartesi

PİYANO - FİLM MÜZİĞİ


Bugünkü yolculuğumuza, 19. Yüzyıl Yeni Zelanda’sından başlıyoruz...

Ada, kızı Flora ve piyanosuyla beraber, Yeni Zelanda’ya gitmek üzere İskoçya’dan yola çıkmıştır. Bu yolculuğun nedeni, babasının, Ada için planlamış olduğu evliliktir. Ada dilsizdir ve iletişimini işaret diliyle anlaştığı kızı ve ona sessizliğini unutturan piyanosu üzerinden kurmaktadır. Piyano, Ada’nın kendi sesi olmuştur adeta. Ada’nın evinden Yeni Zelanda sahiline kadar bin bir güçlükle yanında getirdiği piyano, kocası Steward’ın kararıyla orman içindeki evlerine kadar taşınmaz ve sahilde kaderine terk edilir. Bu talihsiz karar, çiftin ilişkisini daha ilk günden zedeler. Piyanosundan koparılmış Ada ve onun bir uzvu gibi duran piyanonun sahilde bırakılmışlığı iç burkucudur...  

28 Kasım 2013 Perşembe

SARABANDE


Sarabande, 16. Yüzyıl'da Orta Amerika'da ortaya çıkmış, başlangıçta müstehcen bulunarak yasaklandığı halde sonradan özellikle İspanyol kolonilerinde popüler olmuş bir danstır. Barok dönemin bazı bestecileri onu müziklerine adapte etmişler ve süitlerinin* bir bölümünü böyle adlandırmışlardır. George Frideric Handel’in klavye için bestelediği süitin 4. bölümü olan ‘Sarabande’, bestecinin henüz 20 yaşındayken yarattığı bir eserdir. Hemen akla düşen, tanınan eserlerinden biri değildir kuşkusuz. Üstü kapalı olarak beklemiştir yıllarca, ta ki başka bir yaratıcı onu bizlere ulaştırıncaya kadar. Buna vesile olan, 1975 yılında çektiği ‘Barry Lyndon’ adlı filmin tema müziği olarak ‘Sarabande’yi seçen Stanley Kubrick’dir.


22 Kasım 2013 Cuma

KUĞU GÖLÜ BALESİ


‘Prens, göl kenarında dolaşırken, göldeki kuğulardan bir tanesi çok güzel bir kız olarak karşısına çıkar ve kendisini Prenses Odette olarak tanıtır. Odette ve arkadaşları, büyücü tarafından kaçırılmış ve kuğuya dönüştürülmüşlerdir. Gece yarısı insan olup, sabaha karşı kuğu olmaktadırlar.

Prens ve Odette bu buluşmada birbirlerine aşık olurlar. Ancak tekrar kuğuya dönüşen Odette, göle geri dönmek zorundadır.

Ertesi gün onuruna düzenlenen baloda Prens'in kendisine tanıtılan kızlardan birini evlenmek üzere seçmesi beklenmektedir. Baron kılığındaki büyücü, yüzünü Odette’inkine benzettiği kızı Odile ile birlikte baloya gelir. Prens, Odile’i Odette sanarak aşkını ilan eder.

İhanete uğradığını düşünen Odette ölmek ister. Durumu fark eden Prens göle giderek Odette’den af diler. Prens ve Odette’in birlikte ölümü göze almaları, büyüyü sonsuza kadar bozar ve büyücünün güçlerini yok eder...’

Kuğu Gölü Balesi'nin bilinen hikayesidir bu. Hikayenin farklı finale sahip versiyonları da vardır hatta bunlardan bazıları trajiktir. Odette ve Odile rollerini çoğu zaman aynı balerin üstlenir ve Odette rolünde beyaz, Odile rolünde siyahlar içerisindedir. Bu rol, teknik zorlukları olan dansları ve birbirine tamamen zıt karakterlerin ruh hallerini canlandırmayı gerektirmesiyle, bale repertuarındaki en zor rollerden biri kabul edilir.

Balenin müzikleri, Rus besteci Pyotr Ilyich Tchaikovsky tarafından yaratılmıştır. Prömiyeri, Moskova’da Bolşoy Tiyatrosu’nda gerçekleşmiş ancak müziği ve koreografisi arasındaki uyumsuzluğa yönelik eleştirileri takiben gösterimden kaldırılmıştır. 1877 yılında gerçekleşen prömiyer sonrası hayal kırıklığına uğrayan Tchaikovsky tüm sorumluluğu üzerine alır. 1877, özel hayatına da damga vuran, onu intiharın eşiğine getirecek kararı aldığı yıldır...

16 Kasım 2013 Cumartesi

AY IŞIĞI SONATI



Ludwig van Beethoven’in piyano için yazdığı ve üç bölümden oluşan 14 numaralı sonatı* bugünkü ismini, Alman bestecinin ölümünden sonra almıştır. Alman şair Rellstab, sonatın ilk bölümünü, göle yansıyan ay ışığına benzetmiş, sonata çok yakıştırılan bu betimleme hızla kabul görmüştür.

Piyanoyu büyük bir ustalıkla, tutkuyla ve emprovize çalmasıyla ünlü olan Beethoven’ın  14 numaralı sonatını da, bu yolla yarattığı düşünülür. Beethoven eseri 1801 yılında, 31 yaşındayken bestelemiş ve aşık olduğu 17 yaşındaki İtalyan öğrencisi Giulietta Guicciardi’ye adamıştır. Esasen o yıllar, bestecinin işitme duyusunu yitirmeye başladığı, tedavi olamayacak durumda ve ilerlemekte olan hastalığını çevresinden gizlerken, bir yandan da kabullenmeye çabaladığı yıllardır. İkilinin ilişkisi kısa süreli olsa da, Giulietta’nın aşkı bu dönemin ışığı gibidir. Giulietta’nın evlenip Napoli’ye taşınmasıyla bestecinin hayatında bir dönem kapanır.


10 Kasım 2013 Pazar

BOLERO



'Sadece tek bir başyapıt yazdım. Ne yazık ki, onun içinde de müzik yok’

Maurice Ravel
Fransız Besteci ve Piyanist

Maurice Ravel’in, başarısı karşısında şaşkınlık geçirdiği eseri için yorumu budur ve sadece bu bile, Bolero’nun hikayesini merak etmemize neden olur.

Hikaye, dansçı Ida Rubinstein’ın Ravel’den, İspanyol besteci Albeniz’in birkaç piyano parçasını orkestraya uyarlamasını talep etmesiyle başlar. Ravel, eserlerin haklarının başkası tarafından alınmış ve düzenlemelere başlanmış olduğunu öğrenince, Ida’nın dansına eşlik edecek İspanyol tarzı bir eser bestelemeye karar verir. Piyanosunun başına geçer ve bir melodi yaratır. En iyi orkestrasyonu oluşturmak üzere melodiyi farklı enstrümanları katarak defalarca tekrarlayacaktır, bir deney yapar gibi...


2 Kasım 2013 Cumartesi

MONTAGUES and CAPULETS


Notalara yolculuğumuzun ikinci durağı, Sergei Sergeyevich Prokofiev’in, William Shakespeare’nin Romeo ve Juliette oyunundan uyarladığı bale süiti*. Verona’da birbirine düşman iki ailenin çocukları olan Romeo Montegue ve Juliette Capulet arasındaki aşkı ve kavuşamayışı konu alan eserin müziğinde şiddet, hırçınlık ve keskinlik hakimdir. Süitin en sevdiğim parçası, ‘Montegues and Capulets’ dir, 'Şövalyelerin Dansı’ olarak da adlandırılır. Dinlerken, iki güçlü aile arasındaki gerilimi hissedip, bir anda hikayenin içine çekilebilirsiniz.

Romeo ve Juliette, çoğumuzun bildiği bir hikayedir, sonu oldukça dramatiktir. Gölgede kalan, bestecisinin hikayesidir...

27 Ekim 2013 Pazar

ADAGIO


Notalara yolculuğumuza, çok sevdiğim ve sıklıkla dinlediğim ‘Adagio’ ile başlıyorum. Adagio’nun bende yarattığı ilk duygu hüzündür çünkü bir şey yaşanmış, zaman akıp gitmiş ve o şey her neyse, sonlanmıştır. Bu, bir ömür bile olabilir. Ancak bu duygumu, bir kavrayış, doğrusu ve yanlışıyla, yaşanmışı ve yaşanmamışıyla bir kabulleniş ve bunların yarattığı hafiflik hissi takip eder. Adagio, içinde hayatın gizemini barındırır gibidir.

22 Ekim 2013 Salı

KLASİK MÜZİK TERİMLERİ



ADAGIO: Ağır tempoda demektir.

ADAGIETTO: ‘Adagio’ dan biraz daha hızlı tempoda demektir.

AIR / ARYA: Arya demektir. Bugünkü anlamını almadan önce, melodiye verilen çeşitli isimlerden biriydi. Operanın keşfinden sonra, çalgı eşliğinde solo olarak söylenen şarkılara bu isim verilmiştir.

KAPRİÇYO: Çalgı ve ses için bestelenmiş, serbest biçimli parçadır.

KONÇERTO: Bir solo çalgı ve orkestra eşliği için yazılmış eserdir.

LIBRETTO: Müziksel sahne eserlerinin yazılı metinlerine verilen addır. 

KLASİK MÜZİK VE TARİHÇESİ


Bugünkü, sadece bilgi paylaşmak üzere yazdığım ilk ve tek yazım olacak. Çünkü bu platformda  notaların hikayelerini ve yarattığı duyguları paylaşmak arzusundayım. Ancak klasik müziğin evrimine kısa bir bakış, bize yön duygusu kazandırarak, notalara yolculuğumuzun keyfini artırabilir. Keşfetme arzumuzu canlı tutarak yazmaya çalışacağım.

Klasik kelimesi, üzerinden çok zaman geçtiği halde değerini yitirmeyen, türünde örnek gösterilen yapıtları ifade ediyor. Klasik müzik ise, Batı Avrupa kökenli, çok sesli müzik türü olarak tanımlanıyor. Çok seslilik, farklı enstrümanların biraraya gelmesini gerektirdiğinden tam bu noktada, enstruman aileleriyle tanışmak iyi bir başlangıç olabilir.

14 Ekim 2013 Pazartesi

NOTALAR VE NOTLAR’DAN MERHABA

Ben İstanbul’da yaşayan, böylelikle şehrin klasik müzik dinleyicisine sunduğu çok sayıda fırsattan yararlanma şansına sahip bir dinleyiciyim. Yıllar içerisinde klasik müziğe ilgimle birlikte, bestekarlarına hayranlığım, hayatlarına merakım, klasik müzik enstrümanı çalan profesyonel veya amatörlere duyduğum imrenme de arttı. Ben de ilgimi besledim, festivallerle, konserlerle, cd kayıtlarıyla ve kitaplarla.

Kimi zaman konserlerde, kendimi sahnedeki müzisyenlerin yerine koyduğum olur. Onlar, bizlere eserin döneminden seslenirken, bambaşka bir dünyaya ait gibidirler. Dinleyiciyi de o dünyanın bir parçası yaparlar. Bunu sağlayan şey, eserin kendisi, solist ve orkestranın performansı, konser mekanının ruhu olabilir, bazense, -ne muhteşemdir ki-, hepsi birdendir.

‘Notalar ve Notlar’, bu dünyanın içine biraz daha çekilmek isteyişimle doğdu. Bu platformda, en beğendiğim eserlere ve yaratıcılarına yer vermeyi isitiyorum. Klasik müzikle ilgili jenerik bilgileri takiben her hafta bir eseri konu etmeyi, böylelikle 80 eserden oluşan bir seçkiyi paylaşmayı ümit ediyorum. Yazarken araştırmalarımı sürdürecek, bugüne kadarki okumalarımın ve notlarımın üzerine yenilerini ekleyeceğim. Bu, başlı başına bir yolculuk olacak benim için. Notaların dünyasında 80 günlük bir devr-i alem de denilebilir belki...

Rahat okunur bir dille ve kıvamında bir içerikte yazarak, müziğin alfabesi olan notalar ve ardındaki hikayeler aracılığıyla, her yaştan potansiyel dinleyiciye dokunabilmeyi umut ediyorum. Kişiler, buradaki eserlerle tanıştıklarında, klasik müziği hayatlarına alabilirler. Bu, dünyalarını zenginleştirecektir. Belki, karşılıklı bir alışveriş de başlar...                                                                                    
‘Müzik olmasa, yaşam bir hata olurdu.’

Friedrich Wilhelm Nietzsche
Alman Filozof